İktisadi düşüncenin üç büyüklerinden birisi olan John Maynard Keynes tarafından geliştirilen makroekonomi kavramı, ekonomiyi bir bütün olarak ele almaktadır. Yani açıklanan GSYİH, işsizlik, üretim ve tüketim gibi konuların toplamıdır.
Piyasalara etkileri olan konuların tamamını kapsayan makroekonomi ile geniş boyutlu bir şekilde iktisadi faaliyetler vurgulanmaktadır. Ülkenin ekonomik krizden kurtulması için para ve maliye politikası ile birlikte çalışmaktadır.
Şimdi makroekonominin tam olarak ne olduğunu, hakkında bilinmesi gerekenleri ve ele aldığı konuları inceleyelim:
Makroekonomi Nedir?
Makro kelimesinden de anlaşılacağı üzere geniş boyutlu ekonomi anlamına gelmektedir. Ekonomiyi bir bütün olarak ele alan, makro denge çözümlemeleri üzerinde çalışan bir kavramdır.
John Maynard Keynes tarafından geliştirilen bu kavram ile 1930 yılına kadar olan ekonomi bilimine yeni bir boyut kazandırılmıştır. Bu tarihe kadar ekonomi bilimine; temel ekonomik karar birimleri olan tüketici, şirketler ve endüstri seviyelerinden bakılıyordu.
Keynes’in makroekonomi kavramını geliştirmesi ile bakış açısı gelişmiş ve toplam talep kavramı gündeme gelmiştir. Bu şekilde işsizlik ve toplam üretim konular da bakışa dahil olmuştur.
Bu ilgiler ışığında makroekonomi; ekonomi biliminin, toplam tüketim – üretim, toplam tasarruf – yatırım, milli gelir ile istihdam gibi büyüklüklerini inceleyen ve bunlarla ilgili çözümleme ve çıkarımlar yapan alt dalıdır.
Makroekonominin Ele Aldığı Konular
Bireysel ve üretici kapsamlı mikroekonomiden farklı olarak, ekonomiyi bir bütün olarak ele alan makroekonomi, makro denge çözümlemeleri üzerine çalışmaktadır.
İşsizlik, enflasyon, milli gelir, toplam üretim ve tüketim gibi konular ana çalışma alanını oluşturmaktadır. Toplam büyüklüklerin çözümlemesi ile ilgilenen makroekonomi; ulusal gelir, toplam talep – arz, fiyat değişim oranı, büyüme, işsizlik ve para ile birlikte ekonominin tümünü incelemektedir.
Ekonomik yaşamın devri akışına ilişkin sorularla uğraşan makroekonominin yanıt aradığı sorun ve sorular;
- Toplam kaynakların kullanılış derecesini belirleyen ögeler,
- Gelir ve satış vergisi gibi etmelerin üretime ve fiyatlara etkileri,
- Bu kullanım derecesinin zaman içinde değişme nedenleri,
- Belirli bir dönemde ulusal gelirin hangi düzeyde belirleneceği,
- Ekonomik ve mali politikaların ekonominin sağlığına etkileri,
- Çalışmak isteyen herkesin iş bulup bulamayacağı,
- Faiz oranlarının ulusal ekonomi üzerindeki etkileri,
- Toplam tüketim ve yatırım harcamalarının hangi ögelerin etkisi altında belirleneceği,
- Fiyatlar genel düzeyinin ne olacağı,
- Ödemeler dengesi güçlükleri,
- Enflasyon ve işsizliğin nedenleri,
- Ülkeler arasındaki yaşam standardı ve ekonomik büyüme farklılıklarının nedenleri,
- Ekonomik büyüme oranı ve durgunluk,
- Gelir ve zenginliğin dağılımıdır.
Makroekonomi, ekonomik krizlerden, istikrarsızlıktan, işsizlikten ve yüksek enflasyondan kurtulmak için iki farklı politika izlemektedir.
Maliye politikası, devletin ekonomide tam istihdama ulaşmak ve adil bir gelir dağılımı için başvurduğu politikalardır. Para politikası ise merkez bankasının fiyat istikrarını sağlamak için uyguladığı kararlardır.
Ülke Ekonomisini Etkileyen Makroekonomik Veriler
Ülke ekonomisi hakkında bilgiler veren veriler, yabancıların ülkeye yatırım yapma isteklerini yönetmektedir. Aynı zamanda ülkenin yerel para biriminin değerlenmesini sağlamaktadır.
Bu kapsamda ülke ekonomisini etkileyen makroekonomik veriler şu şekildedir:
Enflasyon
Mal ve hizmetlere olan talebin karşılanamaması durumunda fiyatlar genel düzeyinin yükselmesiyle enflasyon ortaya çıkmaktadır.
Yüksek enflasyon ortamında, üretim verimliliği azalır ve üretimden aracı kuruluşlara fon akışı başlar. Ayrıca ülkede gelir adaletsizliğine neden olurken, ekonomik büyümeyi ve istikrarı olumsuz etkiler.
Düşük enflasyon ortamında ise ticari ve mali sektörlerde durgunluk yaşanır. Bu nedenle enflasyonun hedefler doğrultusunda olması gerekir. Makul seviyedeki enflasyon, iç talebin canlı olmasını sağlar ve ekonomik büyümeyi olumlu etkiler.
Yüksek enflasyonun; yüksek işsizlik ve resesyon ile birleştiği durumlarda stagflasyon ile slumpflasyon halleri gözlenecektir.
İşsizlik Oranları
Çalışmak istediği halde iş bulamayan hanehalkının, nüfustaki toplam işgücüne oranı olan işsizlik oranı yükselmeye başladıkça, hanehalkı daha az gelir elde eder. Bu nedenle ülkede tüketim azalmaya başlar ve firmaların üretimleri yavaşlar. Şirketler üretimi düşürdüğü için işten çıkarma yoluna gider.
İşsizliğin düşmesi ise ülkede daha fazla üretime neden olarak, ekonomik büyümeyi olumlu etkiler. Hanehalkının gelirinde artışa yol açar ve tüketimin canlanmasını sağlar. Artan talebi karşılamak için daha fazla üretim yapılır ve daha çok personele ihtiyaç duyulur.
İşsizlik verisi, ülke ekonomisi hakkında uzun vadeli fikir veren bir göstergedir. Düşük işsizlik ortamında yerel para birimi değer kazanırken, yüksek işsizlikte para birimi değer kaybeder.
Faiz Oranları
Makroekonomi, faiz oranlarının ülke ekonomisi üzerindeki etkilerini inceler. Ülkeler arasındaki faiz oranı farkları, döviz kurlarında dalgalanmaya neden olur.
Uluslararası sermaye, faizin az olduğu ülkeden, çok olduğu ülkeye doğru hareket eder. Bir ülkenin faiz oranlarının artması, para biriminin değerlenmesine, düşmesi ise değer kaybetmesine neden olmaktadır.
Gayri Safi Yurt İçi Hasıla
GSYİH, ülke sınırları içinde belli bir zaman diliminde üretilen nihai mal ve hizmet toplamının, ülkenin para birimi cinsinden değerini gösteren önemli bir makroekonomik göstergedir. GSYİH oranlarındaki değişim, ülke ekonomisinin büyümesini veya daralmasını göstermektedir.
Bir ülkenin GSYİH oranı yükseliyorsa, o ülkede yaşam standartları yükseliyor demektir. Düştüğü durumlarda ise tam tersi söz konusu olmaktadır.
Makroekonomi Kavramının Gelişimi ve Tarihi
İngiliz iktisatçı John Maynard Keynes tarafından geliştirilen makroekonomi ile ilgili ilk eser, David Hume’un “Ticaret Dengesi Üzerine” isimli çalışmasıdır. Bu eserde; ekonomide para arzı, ticaret dengesi ve fiyat düzeyi arasındaki bağlantılar ele alınmıştır.
20. yüzyılda ayrı bir disiplin olarak algılanan makroekonominin gelişmesinde, oldukça önemli 3 ana olay bulunmaktadır. Bunlardan birincisi; ekonomi istatistikçilerinin, kavram üzerindeki araştırmalarının bilimsel temelini oluşturan verileri toplamaya ve sistematikleştirmeye başlamasıdır.
İkinci olay ise ekonomik dalgalanmaların tekrarlanan ekonomik olgular şeklinde tespit edilmesi iken; üçüncü olay, Büyük Buhran’dır. Bu olay, makroekonominin gelişiminde tam bir katalizör olmuştur.
Büyük Buhran açıklaması ile öne çıkan Keynes, devletin belli politikalar ile ekonomik çöküntülerin üstesinden gelebileceğini iddia ederek yeni bir teorik çerçeve ortaya koymuştur. Bu şekilde de modern makroekonominin öncülüğünü yapmıştır.
1936 yılında yayımladığı “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” adlı eseri ile ekonomik dalgalanmalara ilişkin temel düşüncelerini açıklayan Keynes’in temel tezi; piyasa ekonomilerinin her zaman kendilerini düzeltecek bir mekanizmaya sahip olmadığı, düşük işsizlik ve yüksek üretim düzeylerini her zaman garanti edemeyeceğidir.
Friedman ise Chicago Üniversitesi’ndeki meslektaşlarıyla birlikte monetarizm yani parasalcılık olarak bilinen ve Keynesyenciliğin antitezi olan bir doktrini ortaya koymuşlar. Monetaristler, ekonomilerin kendi haline bırakılırsa tam istihdama dönme eğiliminde olduğunu iddia etmiştir.
Keynes’e karşı bu hamle, 1970’li yılların başlarında Robert Lucas, Thomas Sargent, Neil Wallace ve Roberst Barro gibi ekonomistlerin öncülüğünde neoklasik makroekonomistler tarafından devam ettirilmiştir.
Neoklasik makroekonomistler de piyasa ekonomilerinin kendi kendini düzelttiğini iddia etmiştir. John F. Muth’un geliştirdiği rasyonel beklentiler kavramını makroekonomik analizlerde kullanmış ve geliştirmişlerdir.
Rasyonel beklentiler hipotezi; bireylerin ve işletmelerin gelecekteki ekonomik olaylar hakkındaki beklentilerini oluştururken, rasyonel bir şekilde davrandıklarını, mevcut bilgilerini en iyi biçimde kullanarak geçmişte yaptıkları hatalara düşmekten kaçındıklarını öne sürmektedir.
1970’lerde gelişmiş ekonomilerde verimlilik artışı ve ekonomik büyümedeki yavaşlama, Robert L. Bartley ve Arthur Laffer gibi ekonomistler tarafından geliştirilen arz yönlü ekonomi yaklaşımını ortaya çıkartmıştır.
1980’lerde ABD’de ise Reagen yönetimi döneminde etkili olduğu için Reaganomics olarak anılan arz yönlü ekonomide, vergilemenin piyasalardaki itici güçler üzerindeki etkilerine odaklanmıştır. Vergi oranlarının düşürülmesiyle ekonominin canlanacağı, milli gelir ve vergi gelirlerinin artacağı, enflasyonun ise azalacağı iddia edilmiştir.
Daha sonraları reel ekonomik dalgalanmalar teorisinin taraftarları, hem Keynesyenlerin hem de monetaristlerin ekonomideki şokların kaynağını belirlemede hatalı olduklarını iddia etmiştir. Bunlar ise şokların ekonomide gözlenen dalgalanmalarla açıklanabileceği biçimde bir görüş ortaya koymuştur.
Aktivist makroekonomik politikaları yeniden ön plana çıkarmaya çalışan Yeni Keynesyenler, uzun dönemde monetarizmi ve rasyonel beklentiler yaklaşımını kabul etmişlerdir. Buna karşın yapısalcı okuldan da etkilenmişlerdir.
Yeni Keynesyenler; asimetrik bilgi, fiyatların ve ücretlerin yapışkanlıkları ile katılıkları gibi nedenlerle piyasaların temizlenmediğini ileri sürmüşlerdi. Bunlara göre; eksik rekabet ve piyasa başarısızlıkları önemlidir. Ayrıca ekonomik dalgalanmaların nedeni olarak piyasa başarısızlıkları gösterilir.