Devletin vergi ve kamu harcamaları gibi araçları kullanarak, makroekonomik değişkenleri etkilediği politikalar mali olarak tanımlanmaktadır. Ekonomide tam istihdama ulaşmak ve adil bir gelir dağılımı sağlamak için başvurduğu maliye politikası, uzun yıllar tek başına kullanılmıştır. Buna karşın günümüzde yerini para politikasına bırakmaya başlamıştır.
Vergi, harcamalar, borçlanma ve diğer politikalar olarak dört temel üzerine kurulu olan maliye politikası, değişen ismiyle Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından uygulanmaktadır. Yaptığı harcamalar ile gelir artırıcı etkiler yaratırken, topladığı vergiler ile gelir düşürücü bir etki söz konusu olabilmektedir. Daha anlaşılır haliyle devletin istihdam, gelir, fiyatlar genel düzeyi gibi değişkenleri etkilemek için uyguladığı politikalardır.
Şimdi maliye politikası nedir öğrenip, amaçlarına, araçlarına ve çeşitlerine göz atalım:
Maliye Politikası Nedir?
Tanım olarak maliye politikası; ekonomik dengeyi sağlamak veya oluşan dengesizlikleri gidermek için mali araçların bir hedef doğrultusunda kullanılmasıdır. Belirlenen amaçlara eldeki mali araçlarla ulaşmayı anlatan maliye politikası, kullanılacak araçların özellikleri konusunda yer ve zaman faktörleri ile ekonomik ve sosyal bünyeleri de dikkate alır.
Geniş anlamda maliye politikası, kamu harcamaları ve gelirleri gibi kamu sektörünün mali değişkenlerinin miktar ve bileşiminde iktisat politikası amaçlarını gerçekleştirmek için yapılan düzenlemeler olarak da tanımlanmaktadır.
Aynı zamanda devlet sahip olduğu mali araçları; fiyat istikrarını, tam istihdamı, ekonomik büyüme ve gelişmeyi, adil bir gelir ve servet dağılımını sağlamak adına kullanır. Ek olarak konjonktürel dalgalardan arınmış istikrarlı ekonomik yapıyı korur.
Ekonomik istikrarın sağlanması adına hem maliye hem de para politikası kullanılabilir. Maliye politikası, kamu gelirleri ve harcamaları kullanarak bunu sağlarken; para politikası, para arzına yön vererek istikrarı sağlamaya çalışır.
Maliye politikası mal piyasasına etki ederken, para politikası varlık piyasasını etkilemektedir. Bu şekilde her iki politikayla da ekonomik istikrar sağlanabilmektedir. Bu uzun yıllar boyunca tartışılan bir konu olmasına karşın, son yıllarda para politikasının daha anlaşılır olduğu üzerine yorumlar yapılmaktadır.
Hangi politikanın daha etkin olduğu konusunda iktisatçılar da farklı görüşleri benimsemişlerdir. Neoklasikçiler para politikasının, Keynesyenciler ise maliye politikasının daha etkin olduğunu savunmaktadır. Temelde ise her iki politikanın birbirini tamamlayıcı etkisi bulunmaktadır.
Devletin ekonomiye müdahalede bulunması anlayışı, 1929 Büyük Bunalımı’nın etkisiyle sistemli bir şekilde teorik olarak ortaya konmuş ve 1930’lu yıllarda John Maynard Keynes öncülüğünde gerçekleşmiştir.
Büyük Bunalım’a karşı çözüm önerileri, hükümetler tarafından giderek daha fazla dikkate alınmış ve 70’li yılların sonuna doğru ortaya çıkan stagflasyon olgusuna çözüm oluşturamamıştır. Bunun yanı sıra ülkelerin mali ve ekonomik durumlarında meydana gelen hasarlar yüzünden geleneksel maliye politikası tartışılmaya başlanmıştır.
İktisat politikası yönetiminde kurallara dayalı politikalar mı, yoksa ihtiyari politikalar mı daha etkili tartışmaları ise 30 yıl kadar sürmüştür. Son 10 yıldır gündemde daha yoğun bir şekilde yer almıştır. 90’ların ortasından sonra maliye politikalarına sınırlar getiren mali kuralları uygulayan ülke sayısı artmış, destekçileri ise siyasilerin popülist politikaları yüzünden bozulan mali disiplinin yeniden tesis edilerek ekonomik istikrarın sağlanacağını ileri sürmüştür.
Mali kuralları savunanların gerekçelerindeki haklılıkları ise son 30 yıldır ülke ekonomilerinde yaşanan gelişmelerle gözlenmiştir. Özellikle 80’li yıllarda yaşanan ekonomik dönüşüm sonucunda gelişmekte olan ülkelerin yeterli altyapıya sahip olmadan mal ve finansal piyasalarda serbestleşmeye gitmeleri, arz yönlü politikalar çerçevesinde vergi teşvikleri, sübvansiyonlara ağırlıklı olarak başvurmaları, kamu açıklarının artmasına ve borçların sürdürülemez hale gelmelerine neden olmuştur.
Maliye Politikasının Amaçları Nelerdir?
Fiskal adıyla da bilinen maliye politikası, genel olarak 3 temel amaç etrafında toplanmaktadır ve bunlar; ekonomik istikrar, gelir dağılımında adalet, iktisadi büyüme ve kalkınmadır.
Ekonomik istikrar amacı hem fiyat istikrarını hem de tam istihdamı ifade etmektedir. Fiyat istikrarı ise fiyatlar genel seviyesinin hedefler doğrultusunda kontrol altına alınması demektir. Tam istihdam ise ekonomideki tüm üretim faktörlerinin üretimde aktif tutulduğu bir seviyeyi ifade etmektedir. Kısaca hem enflasyonla mücadele etmek hem de işsizliği önlemek anlamına gelmektedir.
Maliye politikasının gelir dağılımında adalet amacı, ulusal gelirin kişiler üretim faktörleri arasında adil bir şekilde dağıtılmasıdır. Bu kapsam, devletin sosyal yönünü gösteren bir politikadır.
İktisadi büyüme ise bir ekonomide milli gelirin yıldan yıla artış göstermesi demektir. Bu konuda vereceğimiz en kolay örnek; milli geliri 100 lira olan bir ekonominin diğer yıl 105 liralık milli gelire sahip olması yüzde 5 büyüme kaydettiği anlamına gelmektedir. Devletin maliye politikası ile hedeflediği en temel konulardan birisi budur.
İktisadi kalkınma ise ekonomik büyümeye ek olarak birtakım sosyal göstergenin de iyileşmesi demektir. Yani hasta başına düşen doktor sayısı, öğrenci başına düşen öğretmen satısı, bebek ölüm oranları gibi göstergelerin iyileşmesi, ülkede kalkınmanın sağlandığına işaret etmektedir.
Maliye politikasının bu amaçları ise bir devletin istediği hedefleri temsil etmektedir. Ülkenin politika yapıcıları, fiyat istikrarını sağlamak için enflasyonla mücadele ederken, ana neden olan talebi baskı altına almak ister. Ama bu iktisadi büyüme ile ters düşen bir politikadır. Aynı şekilde iktisadi bir büyüme için sermaye gruplarının üzerindeki vergi yükü hafifletilir ve düşük gelir gruplarının aleyhine bir sonuç alınarak gelir dağılımında eşitsizlik yaşanır.
Bir amaca ulaşırken, diğer amaca ters hareket edilmiş olunur. Dolayısıyla maliye politikasını uygulamak da zorlaşır. Bu yüzden politika yapıcılar oldukça dikkatli bir şekilde davranmalı ve gerçekçi hesaplar yaparak ince ayar politikaları uygulaması gerekmektedir.
Maliye Politikasının Araçları Nelerdir?
Maliye politikasını oluşturan 4 temel bileşen bulunmaktadır. Bunlar; vergi, harcama, borçlanma ve diğer politikalar şeklindedir. Aynı zamanda bunlar alt politikalar ismiyle de anılmaktadır.
Vergi politikası, ekonominin gidişatına göre vergilerin azaltılması veya artırılması şeklinde uygulanmaktadır. Her iki şekilde de vergi oranları değiştirilebildiği gibi kapsama alanı da değiştirilebilir. Vergi oranlarının artırılması ile kişi ve kurumlar için daha az harcanabilir gelir söz konusu olacaktır. Bu durumda ekonomi soğutulacak ve toplam talep kontrol altına alınmış olunacaktır. Tersi yapıldığında ise toplam talep artırılarak ekonomik canlanma sağlanacaktır.
Kamu geliri, devletin cebri olan veya olmayan yollarla karşılıklı ya da karşılıksız elde ettiği parasal değerler olarak tanımlanmaktadır. Bunların başında da vergiler gelmektedir. Maliye politikası ile vergi oranları, miktarları ve vergi türlerindeki dağılım değiştirilebildiği gibi yeni vergi türleri de uygulanabilir.
Enflasyonla mücadele kapsamında daraltıcı maliye politikası uygulanırken, vergilerin miktarının artırıldığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda bazı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı artmış veya yeni vergiler uygulamaya konmuş da olabilir. Bunlar maliye politikasının aracı olarak kabul edilmektedir.
Harcama politikasında ise kamu harcamalarının artırılıp azaltılması durumunda ekonomi üzerinde yaşanacak değişimler izlenecektir. Kamu harcamalarının artırılmasıyla birlikte kişi ve kurumların harcamaları artırılacak, bu sayede toplam talep artırılarak ekonominin canlanması sağlanacaktır. Toplam talebin hızla arttığı bir ortamda da kamu harcamaları azaltılarak kontrol altına alınacaktır.
Kamu harcamaları temel olarak makroekonominin önemli bileşenleri arasındadır. Devlet tarafından yapılan her türlü harcamayı kapsayan bu bileşenlerin miktarında bir değişim yaşanması, maliye politikasını etkileyecektir. Maliye politikasının aracı olması, sadece harcamaların miktarındaki değişim değildir. Bunlara ek olarak harcamaların kompozisyonundaki değişimleri de kapsamaktadır.
Eğer işsizlikle mücadele edilmek isteniyorsa kamu harcamalarının miktarı artırılır. Bu durumda da genişletici maliye politikası uygulanmış demektir. Ayrıca düşük gelir gruplarına yapılan sübvansiyonların artırılması gibi bir kompozisyon değişikliği de maliye politikasının aracıdır.
Borçlanma politikasında da ekonomideki talep artışına bağlı olarak aşırı canlılığın yaşandığı durumlarda, kamu borçlanması artırılarak harcanabilir gelirin düşürülmesi hedeflenmektedir. Yani ekonomi ısındığı zaman, kamu borçlanması artırılarak soğuma sağlanmaktadır. Ekonomi soğumaya yüz tuttuğunda ise borçların erken ödenmesi ile para piyasaya çıkarılır ve toplam talep canlandırılır.
İktisadi ve sosyal amaçlar için bir maliye politikası aracı olan kamu borçlanması, devletin bütçe açıklarının finansman yollarından birisidir. Burada borç miktarının azalıp artmasına ek olarak borcun vadesi ve kaynağının tespit edilmesi de bir araçtır. Örneğin; enflasyonun yüksek olduğu bir ekonomide, fiyat artışlarını daha da hızlandırmamak için kısa vadeli borçlar yerine uzun vadeli borçlar tercih edilir. Bu durum, kamu borçlanmasını bir maliye politikası aracı yapar.
Kamu bütçesinde açık veya fazla vererek bazı maliye politikası amaçlarına daha ulaşılabilir. Mesela açık bütçe, harcamaların gelirinden fazla olması anlamına gelir. Bu ise genişletici maliye politikasını ifade eder. Fazla bütçe ise daraltıcı maliye politikasına işaret etmektedir.
Maliye politikasını oluşturan diğer bileşenler ise teşvik ve dış ticaret politikası gibi çeşitli alt gruplardan oluşmaktadır.
Maliye Politikası Uygulama Yöntemleri
Maliye politikasında amaçlara ulaşabilmek için kamu harcamaları ve gelirleri, borçlanma, bütçe politikasına dair araçlar kullanılarak ekonomiye müdahaleler söz konusudur. Ekonominin mevcut durumuna göre politikanın revize edilmesi ve kapsamının değiştirilmesi ile uygulanmaktadır. Kısaca bu şekilde tanımlayabileceğimiz uygulanma şekli, temelde 3 farklı yöntemle yapılmaktadır.
Devlet tarafından maliye politikasının uygulanmasında kullanılan yöntemler; ihtiyari (iradi), otomatik istikrarlandırıcılar (stabilizatörler) ve formül esnekliği olarak bilinmektedir. Bunlar kendi içlerinde de alt yöntemleri doğururlar.
Şimdi maliye politikası uygulama yöntemlerini inceleyelim:
İhtiyari (İradi) Maliye Politikası
Keynesyen iktisadi düşüncenin ortaya çıkmasıyla birlikte maliye politikası, iktisat politikasında daha aktif olarak geniş bir kullanım alanı bulmuştur. Mali araçların kullanımında politikacılara geniş takdir yetkisi tanınması yüzünden Keynesyen maliye politikası, ihtiyari ismiyle anılmıştır.
Keynes’in 1936 yılında yayımladığı çalışmasından itibaren başlayıp, daha sonraları taraftarlarınca geliştirilerek ortaya çıkan Keynesyen görüş, ekonomide eksik istihdamın söz konusu olduğu dönemlerde efektif talebi artırıcı politikaları öne çıkarmıştır. Milli gelirin artırılması ve işsizliğin giderilmesi konusunda bu politikaların etkili olduğu ileri sürülmüştür.
Bu kapsamda Keynesyen görüş, temel olarak genişleme dönemlerinde kamu harcamalarının azaltılması ve vergi yükünün artırılması şeklinde daraltıcı maliye politikalarının kullanılmasını önermiştir. Buna karşılık daralma dönemlerinde ise kamu harcamalarının artırılması ve vergi yükünün azaltılması şeklinde genişletici maliye politikalarının uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür.
Keynesyen görüş tarafından ileri sürülen bu görüşler çerçevesinde yapılacak müdahalelerin ve alınacak önlemlerin ise sadece maliye politikasını yürütmekle yetkili ve yükümlü siyasi karar birimlerinin takdirine dayanması ile ihtiyari (iradi) maliye politikaları ifade edilmiştir. Bu kapsamda takdiri maliye politikası adıyla da anıldığı bilinmektedir.
En temel özelliği; istikrar politikasına yönelik müdahale ve önlemlerin sadece maliye politikasını yürütmekle yetkili ve yükümlü siyasi karar birimlerinin takdirine dayanmasıdır. Yani yöntem, kamu harcamaları ve gelirlerinde önceden kesin olarak belirlenmiş herhangi bir kurala bağlı olmaksızın yapılan iradi değişikliklerle ekonomide istikrarı sağlamaya çalışan bir yaklaşımın ürünüdür.
Katı bir ihtiyari maliye politikasında siyasi karar birimleri şu konularda özellikle geniş bir hareket serbestine sahiptir:
- Konjonktürel durumun değerlendirilmesi,
- Araçların seçimi,
- Önlemlerin dozunun, zamanlamasının ve geçerlilik süresinin ayarlanması.
Bu konulara ilişkin soruların gecikmesiz ve gerçeğine uygun bir şekilde cevaplandırılması, politikanın amacına ulaşabilmesi için gereklidir.
İhtiyari maliye politikasının etkin bir şekilde uygulanabilmesi için mutlaka göz önünde bulundurulması gereken iktisadi-teknik ve siyasi-kurumsal içerikli koşulların gerçekleşebilmeleri, önemli bazı güçlüklerin giderilmesine bağlıdır. Bir ekonomide görülen dengesizliğin giderilmesi, az veya çok belli bir zaman almaktadır. İktisadi müdahale için gerekli olan bu sürenin birbirini izleyen çeşitli aşamalara ayrılması da mümkündür.
İradi politika kısaca; yapısal, tanı-teşhis ve gecikme sorunları ile politik sınırlar, araçların seçimindeki güçlük etrafında toplanmaktadır.
Otomatik İstikrar Sağlayıcılar (Stabilizatörler)
Ekonomide oluşturulan bazı mekanizmalar gerçekleştirdikleri amaçlar dışında, konjonktürel değişimler karşısında hükümetin herhangi bir karar ve iradi politika uygulamasına gerek kalmadan ekonominin kendiliğinden istikrara kavuşmasını sağlamaktadır. Bunlar otomatik istikrarlandırıcılar veya stabilizatörler şeklinde adlandırılmaktadır.
Stabilizatörler, ekonominin ve değişen konjonktürün tümüne yön veremese bile istikrarsızlığı yumuşatmaktadır. Kısaca otomatik istikrarlandırıcılar enflasyon dönemlerin ekonominin kendi kendine daralmasını, durgunluk dönemlerinde kendiliğinden genişlemesini sağlayan mekanizmalardır.
En yaygın bilinen otomatik istikrar sağlayıcılar şunlardır:
- İşsizlik sigortası ödemeleri,
- Hanehalkı tasarrufları,
- Dağıtılmayan kurum kârları,
- Mal stoklarındaki değişimler,
- Faiz oranlarındaki değişimleri,
- Tarımsal destekleme alımları,
- Kendiliğinden ortaya çıkan açık ve fazlalar,
- Artan oranlı gelir vergisi şeklindedir.
İşsizlik Sigortası
Devletin işsiz kalan kimselere belli bir süre için verdiği ücretlere işsizlik ödeneği denir. Bunlar birer kamu harcamasıdır. Durgunluk döneminde işsizlik oranlarında artış gözleneceği için devletin yapacağı işsizlik sigortası ödemeleri artacaktır. Dolayısıyla kamu harcamaları artış gösterecektir. Kamu harcamalarının artması, ekonomide genişletici etkiler yaratmaktadır. Böylece başlangıçtaki durgunluğun etkisi azalacaktır.
Yukarıdaki durumun tersine enflasyon döneminde işsizlik azalacağı için devletin yapacağı işsizlik ödemeleri azalacaktır. Buna bağlı olarak kamu harcamaları da azalmış olacaktır ve böylece ekonomide daraltıcı bir etki yaratacağı için başlangıçtaki enflasyonu azaltıcı etkiler ortaya çıkacaktır.
Bu durumlarda hükümetin hiçbir iradi politikası söz konusu değildir ve otomatik olarak konjonktür karşıtı bir gelişme yaşanmıştır.
Tarımsal Destekleme Alımları
Devlet bazı tarımsal ürünleri desteklemek için satılmayan ürünleri satın alma garantisi verebilir. Bu tarımsal bir sübvansiyondur ve kamu harcamasıdır. Yani durgunluk dönemlerinde devletin tarımsal alımları artacaktır. Bu şekilde kamu harcamaları artacak ve otomatik olarak genişletici bir etkiye sahip olacaktır.
Artan Oranlı Gelir Vergisi
Artan oranlılık, matrah arttıkça uygulanan vergi oranının da artması demektir. Durgunluk dönemlerinde kişisel gelir azalacağından artık daha düşük oranda vergilendirileceklerdir. Bu şekilde toplam vergi miktarı azalacaktır ve ekonomide genişletici bir etki doğacaktır. Böylece otomatik olarak bir istikrar kazanılacaktır.
Buna karşın artan oranlı gelir vergisinin otomatik istikrar sağlayıcı olabilmesi için;
- Her kişi ve gelirden alınan genel nitelikli bir vergi olması,
- Muafiyet ve istisnaların en düşük seviyede tutulması,
- Dik artan oranlı olması yani dilimlere uygulanan vergi oranları arasında büyük farkın olması,
- Verginin kaynakta kesme yoluyla tahsil edilmesi,
- Verginin gerçek usule göre tarh edilmesi gerekmektedir.
Bireysel Tasarruflar
Genişleyen ekonomilerde söz konusu olan tasarruflar, tüketimin alternatifi olduğu için toplam talebin azalmasına yol açar. Bu şekilde ekonomide daraltıcı etkiler yaratılır. Durgunluk dönemlerinde ise azalan tasarruflar tüketimin canlanmasına yol açarak otomatik bir şekilde ekonominin genişlemesini sağlamaktadır.
Formül Esnekliği
Üçüncü maliye politikası yöntemi olarak formül esnekliği, konjonktürde herhangi bir değişim olmaksızın hükümetin olası bir değişime karşı otomatik olarak devreye girecek politikayı benimsemesidir. Yani politikanın kendiliğinden devreye gitmesi ile otomatik istikrarlandırıcıya, politikayı hükümetin belirlemesi şekliyle de ihtiyarı politikaya benzemektedir.
Hükümet enflasyon oranlarının belirli bir seviyeyi geçmesi durumunda vergi oranlarının da buna bağlı olarak artmasını önceden bir formüle bağlayabilir. Böylece konjonktür gerçekleştiği zaman iradi maliye politikasının olası gecikmeleri yaşanmadan müdahale söz konusu olacaktır. Formül esnekliği, iradi politikalar ile otomatik istikrar sağlayıcıların eksikliklerini ve sakıncalarını gidermek için ortaya atılmıştır.
Formül esnekliği yaklaşımında esas alınan düşüncelerin başında şu gelmektedir: Otomatik istikrar anlayışı her zaman ihtiyari yönlendirme politikasına tercih edilmelidir. Çünkü bu tür yöntemlerde gecikmelere ve yanlış kararlara neden olan takdir ve aksiyon alanlarına yer verilmektedir. Aynı zamanda ekonomiye yerleştirilen bir otomat kendiliğinden aksiyon ve reaksiyonlara sebep vermek suretiyle, ekonomik istikrarı sağlamaktadır.
Maliye Politikasına İktisadi Yaklaşımlar
Devletlerin ekonomilere müdahalesi daha önce de belirttiğimiz gibi yaklaşık 30 yıldır tartışılan bir konudur. Bu kapsamda maliye politikası üzerine çok uzun yıllardır tartışıldığını söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Devletin müdahale amacıyla uyguladığı maliye politikası araçları, kimilerine göre etkin değilken, kimilerine göre etkin kabul edilmektedir.
Maliye politikasına yönelik yaklaşımlar şu şekilde sıralanmaktadır:
Klasik İktisadi Düşünce
Adam Smith, David Ricardo, Thomas Robert Malthus ve John Stuart Mill’in öncülük ettiği klasik iktisadi düşüncede; doğal düzen, doğal hukuk, bireycilik, faydacı felsefe önceliklidir. Tam rekabet koşulları geçerlidir ve ekonomi tam istihdamda dengededir.
Say kanunu olarak tanımlanan, her arz kendi talebini yaratır düşüncesi benimseniz. Ücret, fiyat, faiz gibi değişkenler esnektir. Görünmez el olarak anılan ve ekonomi kendiliğinden dengeye gelir, devlet sınırlandırılmalıdır görüşü mevcuttur. Ayrıca devlet yalnızca adalet, diploması, savunma gibi hizmetler sunmalıdır denir.
Klasik iktisadi düşüncede, vergiler yalnızca kamu harcamalarını finanse etmek için toplanmaktadır. Kamu harcamaları dolaylı vergilerle karşılanmalıdır. Bütçe ise küçük ve dengeli olmalıdır. Bu nedenle borçlanmaya gidilmemelidir. Kamu borçlanması gelecek nesillere yük aktarmak demektir. Ancak savaş gibi olağanüstü durumlarda devlet borçlanmalıdır ve devlet müdahalesine karşı olma durumu hakimdir.
Keynesyen İktisadi Düşünce
1929 büyük Bunalım sonrasında John Maynard Keynes tarafından ortaya çıkarılmıştır. Talep yönlü bir düşüncedir ve her talep kendi arzını yaratır. Ekonomi tam istihdamda dengede olmak zorunda değildir. Tam istihdama varana kadar devlet ekonomiye müdahale etmelidir.
Keynes’e göre; kamu harcamalarındaki artış istihdamı canlandırır. Vergilemenin sadece mali amacı bulunmaz ve ekonomik, sosyal, siyasal amaçları da vardır. Kontrol edilebilir ve küçük bütçe açıkları da bir maliye politikası aracıdır. Oluşacak bütçe açıkları için borçlanmaya başvurulabilir.
Keynesyen görüşte, kamu borçlanması piyasadaki atıl fonların ekonomiye kazandırılması anlamına gelmektedir. Maliye politikası önem kazanmıştır ve devlet müdahalesi önemli görülmüştür.
Monetarist Yaklaşıma Göre Maliye Politikası
1970’lerde stagflasyon olgusunun ortaya çıkmasından sonra Keynesyen politikalara getirilen eleştirilere öncü olmuştur. Milton Friedman öncülüğündeki yaklaşımda, para arzını önemli bir araç olarak görülmektedir.
Sürekli Gelir Hipotezi ile anılan bu yaklaşım, tüketim harcamalarının sürekli gelirin sabit bir oranı olduğunu kabul eder. Uzun dönem maliye politikasının etkin olmadığından bahseder. Ayrıca dışlama etkisi olarak, kamu harcamalarının özel yatırım harcamalarını ekonomiden dışladığını benimser.
Doğal İşsizlik Hipotezi ile bir ekonomideki maksimum sürdürülebilir üretim ortamına tekabül eden işsizliği benimseyerek, ekonominin her zaman tam istihdamda dengele olamayacağını belirtir. Enflasyonun temel nedenini ise hükümetlerin para arzını kuralsızca artırması şeklinde yorumlar. Para arzındaki artışın büyüme oranına eşit olması gerektiğini benimser.
Merkantilizme Göre Maliye Politikası
Merkantilizm, 16. ve 18. yüzyıllar arasındaki dönemde genel kabul görmüş bir düşünce yapısıdır. Temel amacı devletin zenginleşmesidir ve bunun yolu ülkeye kıymetli maden girişi ile olmaktadır. Kıymetli maden girişinin ise iki yolu bulunmaktadır. Bunlar; dış ticaret ve sömürgeciliktir.
Düşünceye göre; dış ticaret fazla vermelidir ve bunun için endüstri devlet tarafından desteklenmelidir. Deniz ticareti ve taşımacılık geliştirilmelidir. Denizaşırı yerlerde mülkler edinilmelidir ve devlet müdahalesi önemli bir yere sahiptir.
Fizyokrasiye Göre Maliye Politikası
İnsan toplumlarının doğal kanunla yönetilmesi düşüncesidir. 18. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkmıştır ve kurucusu François Quesnay’dir.
Doğal düzen, bireycilik ve serbest piyasa önceliği hakimdi. Üretken olan tek alan tarımdır ve tek vergi yalnızca tarım vergilendirilmeleridir. Klasik iktisadi düşünceye ışık tutmuş, devlet müdahalesine karşı olmuştur.
Maliye Politikasına Rasyonel Beklentiler Yaklaşımı
Neoklasik çatısı altındaki yaklaşımlardan birisidir ve 60’lı yıllarda ortaya çıkmıştır. Öncüleri ise J. Muth, R. Lucas ve T. Sargent’tir. Yaklaşıma göre; bireyler piyasadaki tüm bilgiye sahiptir ve kararlarını alırken akılcı (rasyonel) davranırlar.
Yaklaşımda; fiyat, ücret gibi değişkenler esnektir. Bireyler rasyonel olduğu için konjonktürdeki herhangi bir değişim karşısında sistematik hatalar içermeyen akılcı kararlar almaktadırlar. Bu şekilde ekonomi kendiliğinden dengeye ulaşmaktadır. Devletin uygulayacağı bir maliye politikasının kısa dönemde bile reel bir etkisi söz konusu olamaz. Politika etkisizliği söz konusudur.
Arz Yönlü İktisat Yaklaşımı
Neoklasik çatısı altındaki bir diğer yaklaşımdır. 70’li yıllarda talep merkezli Keynesyen yaklaşımına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Üretimin ve dolayısıyla ekonomik büyümenin artması için vergi indirimlerinin gerekli olduğunu savunmaktadır.
Yaklaşımda, vergilerin azaltılması talebi canlandırdığından değil, üretimi canlandırdığından etkilidir. Maliye politikalarının reel etkileri vardır; ama vergi oranlarının azaltılması durumunda ekonomik büyüme sağlanabilir.
Temel politika aracı ise vergilerdir. Laffer Eğrisi olarak anılan ve vergi oranı arttıkça toplam vergi hasılatı artar düşüncesine sahiptir. Buna karşın vergi oranları belli bir eşiği aştığında toplam vergi hasılatı azalmaktadır.
Anayasal İktisadi Yaklaşım
Diğer bir neoklasikçi yaklaşımdır ve Virginia Politik İktisat Okulu’nun bir ürünüdür. Öncüsü ise Nobel Ekonomi Ödüllü James M. Buchanan’dır. Yaklaşım, devletin ekonomiye müdahale araçlarının yasal veya anayasal yollarla sınırlandırılması gerektiğini savunmaktadır.
Yaklaşımın 3 temel varsayımı bulunmaktadır. Bunlar; metodolojik bireycilik, rasyonalite ve maximand, politik mübadele şeklindedir. Analizleri yöntemsel ve bireyi esas almaktadır. Bireyler kararlarında akılcı davranır ve siyaset, iktisat gibi bir mübadeleler ağı olarak kabul edilir.
Politikacılar oy, bürokratlar bütçe, seçmenler ile fayda ve baskı grupları rant maksimizasyonu güdüsüyle hareket ederler. Politikacılar oylarını artırmak için kamu kaynaklarını düşüncesizce kullanır ve kamu harcamalarını seçmen ile baskı gruplarına harcarlar. Seçmenler ise elde ettikleri fayda karşılığında oy verirler. Bürokratlar ise yetkilerini genişletebilmek için bütçenin şişmesine neden olurlar.
Oy ticareti mekanizması işlediği sürece, kamu kaynakları etkin kullanılmayacak ve bu yüzden maliye politikalarının yasalar yoluyla sınırlandırılması gerekecektir.
Yapısalcı Yaklaşım
1950’li yıllarda Latin Amerika’da Raul Prebisch öncülüğünde ortaya çıkmıştır. Ülkelerin yapısal özelliklerinin dikkate alınarak modellenmesi gerektiğini savunur. Gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasında serbest dış ticaretin az gelişmiş ülkeler aleyhine sonuçlandığını iddia eder. Bu yüzden de ithal ikameci sanayileşme politikalarını savunur.
Yaklaşımda, devlet müdahalesi önemli ve gerekli görülmektedir. devlet eliyle sanayileşmenin getireceği yapısal değişim kalkınmayı sağlayacaktır. Enflasyonun temel nedeni ise yapısal darboğazdır. Bunların aşılması için maliye politikası araçları kullanılmalıdır.
Günümüzdeki temsilcileri ise Neoyapısalcılardır ve ekonomik büyüme ile gelir dağılımında adaletin birlikte sağlanmasında yine maliye politikalarına önem verirler. Buna karşın eskisine göre daha dışa açık bir ekonomi modeli sunarlar.
Post Keynesyen Yaklaşım
1970’li yıllarda stagflasyon sorunu karşısında yetersiz kalan Keynesyen iktisada yeni yorumlar getirmiştir. Öncüsü John Robinson’dur ve ekonomide eksik rekabet ile oligopolistik bir yapı olduğunu kabul eder. Bu nedenle ‘mark up’ fiyatlama söz konusudur.
Yaklaşımda; belirsizlik kavramına vurgu yapılır ve maliye politikası önemli, etkindir. Ekonomik büyüme gelir dağılımının temel belirleyicisi ise yatırımlardır.
Yeni Keynesyen Yaklaşım
1980’lerde G. Mankiw, A. Okun, J. Stiglitz gibi isimlerin öncülüğünde ortaya çıkmıştır. Makroekonomik Keynesyen analize mikroekonomik unsurları katmıştır.
Yaklaşıma göre; ücret ve fiyatlar aşağı doğru esnek değildir ve yapışkandır. Bu yüzden ekonominin kendiliğinden tam istihdam dengesine gelmesi olanaklı değildir. Maliye politikası önemli görülür.
Enflasyonla Mücadelede Maliye Politikası
Bilindiği gibi enflasyonun artış göstermesi, ekonomide birçok sorunu beraberinde getirmektedir. Özellikle kamu sektöründe yaşanan sorun Olivera-Tanzi etkisi olarak tanımlanmaktadır. Yüksek enflasyon ortamında verginin tahakkuk ettiği zaman ile tahsil edildiği zaman arasında paranın alım gücü azalmaktadır. Dolayısıyla kamu sektöründe reel olarak bir gelir kaybı yaşanmaktadır.
Ekonomik istikrarsızlık olarak görülen enflasyon sorununun çözümlenmesinde maliye politikasının üzerine düşen görevler bulunmaktadır. Buna karşın enflasyon, toplam talebin, toplam arzı aşması olduğu için toplam talebi hedef alan politikalar uygulanmalıdır. Yani daraltıcı bir maliye politikasından bahsedilebilir.
Enflasyonla mücadele konusunda mali araçların kullanımı hakkında bilgileri şu şekilde sıralayabiliriz:
Enflasyonla Mücadelede Kamu Harcamaları
Enflasyonla mücadele kapsamında daraltıcı maliye politikası uygulanması gerektiği için kamu harcamaları azaltılmalıdır. Çünkü ekonomide canlılık yaratan yani toplam talebi artıran bir politika aracıdır. Bu yüzden enflasyonun kaynağı olan talep fazlalığını azaltmak için kamu harcamaları kısılmalıdır.
Miktarsal olarak kamu harcamalarının azaltılması genel bir politikadır. Her kamu harcama türünün ekonomide etkisi farklı olduğu için hangi türün kısılması gerektiğine karar vermek son derece önemlidir.
Birçok iktisatçı enflasyonist bir dönemde yatırım harcamalarının azaltılmasının en güçlü araç olduğunu kabul etmektedir. Çünkü hem büyük miktarlara sahip olan harcamalardır ve etkisi uzun vadede görülmektedir hem de yatırım harcamalarının azaltılması daha az bir toplumsal baskıyla karşılanmaktadır. Buna karşın yatırım harcamalarının azaltılması, uzun vadede ekonomik kapasitenin büyümesini engelleyecektir.
Enflasyonla Mücadelede Kamu Gelirleri
Kamu gelirlerinin büyük bir kısmı tek başına vergilerden oluşmaktadır. Vergilerin ekonomik etkileri daha hissedilebilir düzeyde olduğu için genel olarak kamu gelirleri aracına vergi politikası denmektedir. Enflasyonla mücadele kapsamında daraltıcı maliye politikası uygulanması için vergilerin artırılması gerekmektedir.
Vergiler, geliri aşındıran araçlardır ve bu nedenle ekonomide daraltıcı bir etkiye sahiptirler. Genel olarak vergilerin artırılmasına ek olarak hangi türe ağırlık verilmesi gerektiği önemlidir. Toplam talebi azaltmak için uygulanabilecek en güçlü vergi politikası ise artan oranlı gelir vergisidir.
Gerçek ve tüzel kişilerin gelirlerinden doğrudan alınan vergilerle toplam talep doğrudan etkilenir. Bunun yanında gelir vergisinin artan oranlı olması, ekonomideki dalgalanmalar karşısında daha esnek bir hal alınmasına yarar. Enflasyonist ortamda gelirin yükselmesi ise artan oranlı gelir vergisi sebebiyle daha fazla vergi alınmasını sağlamaktadır. Geliri yeniden azaltan bir unsur olan vergi, otomatik istikrar sağlayıcı olarak görülmektedir.
Talebi doğrudan değil, dolaylı olarak etkileyen vergiler de söz konusudur. Bunlar piyasa mekanizması araçları yoluyla dolaylı olarak alınan vergilerdir. Genel olarak harcamalar üzerinden alınırlar ve KDV, ÖTV en bilinenleridir. Tüketimi etkileyeceği için azaltıcı yönde etkilemektedir.
Enflasyonla Mücadelede Kamu Bütçesi
Daraltıcı maliye politikası uygulanması gerektiği için kamu bütçesinin fazla vermesi gerekmektedir. Yani kamu harcamaları azaltılırken, kamu gelirlerinin artırılması ile bütçenin fazla vermesi sağlanmaktadır.
Enflasyonla Mücadelede Kamu Borçlanması
Etkili araçlardan birisi olarak görülür ve etkilerini anlamak için hem borçların kaynağına hem de borçların vadesine bakmak gerekir. En etkili borç kaynağı ise birey ve şirketlerdir. Bunun nedeni birey ve şirketler, tüketim amacıyla kullanabilecekleri fonları devlete borç vermede kullandıkları zaman toplam talepte azalma olur.
Devletin ticari bankalardan borçlanmasıyla birlikte enflasyonun nasıl etkileneceğini anlamak için ticari bankaların elindeki hangi fonu kullandığını bilmek gerekmektedir. Eğer bankalar kredi kullandırmak için ayırdıkları fonu devlete borç olarak veriyorsa ekonomideki etkisi talebi azaltma yönündedir. Buna karşın bankalar ellerindeki atıl fonu borç olarak veriyorsa bunun daraltıcı bir etkisi olmayacaktır.
Merkez bankasının borçlanması ise para arzını artırma özelliğine bağlı olarak enflasyonu körükleyici etki yapmaktadır. Dış borçlar da ilk alındığı zaman milli geliri artırıcı olsa da geri ödenirken milli geliri azaltıcı etki yapacaktır. Yani kısa vadede daraltıcı etkisi yoktur ve buna bağlı olarak hem merkez bankasından hem de yurt dışından borçlanma tercih edilmemektedir.
Kamu borçlarının vadelerine göre etkilerine bakıldığında ise 12 ayı geçmeyen borçların enflasyonu körüklediği görülmüştür. Çünkü kısa vadede borçlar faiziyle birlikte geri ödendiği için alıcıların tüketim taleplerinde bir artış görülecektir. Kısaca kısa vadeli borçlar enflasyonist bir ortam yaratırken; uzun vadeli borçlar, enflasyonist ortamda tercih edilmektedir.
Durgunlukla Mücadelede Maliye Politikası
Toplam talebin toplam arzın altında kalması durumu olan ekonomide durgunluk, işsizliğin artması ve ekonomik işleyişin yavaşlaması ile başlamaktadır. İşsizlik, toplam talebin düşmesine neden olurken, durgunluğun derinleşmesine neden olmaktadır.
Bir ekonominin en büyük hastalıklarından olan durgunluk, toplam talebin toplam arzın altında kalması ile oluşan fark, deflasyonist açık olarak tanımlanmaktadır. Yani ekonomideki durgunluk, fiyatlar genel düzeyinin düşmesine neden olmaktadır.
Durgunlukla oluşan işsizlik, maliye politikalarının amaçlarından biri olan tam istihdamdan uzaklaşma anlamına gelmektedir. Bu yüzden işsizlikle mücadelede genişletici maliye politikası uygulanması gerekmektedir. Yani kamu harcamaları artırılmalı, vergiler azaltılmalıdır. Toplam talebi canlandırmaya yönelik genişletici maliye politikası uygulaması, telafi edici maliye politikası olarak adlandırılmaktadır.
Şimdi maliye politikası araçlarının durgunlukta kullanılma şekillerine göz atalım:
Durgunlukla Mücadelede Kamu Harcamaları
Durgunlukla mücadele edilebilmesi için kamu harcamalarının artırılması gerekmektedir. Kamu harcamalarının artması, çarpan mekanizması aracılığıyla milli gelirde daha fazla bir artış sağlayacaktır. Bu şekilde de ekonomi canlanmaya başlayacaktır. Çünkü devlet kendisi doğrudan mal ve hizmet satın alarak ekonomide doğrudan bir talep artışı yaratacak ve kamusal hizmetleri sunarken istihdam yaratarak dolaylı bir şekilde talep artışı sağlayacaktır.
Kamu harcamalarının artırılması konusunda ise maliye politikalarının yetersiz kalabileceği bilinmektedir. Hangi kamu harcamacının ekonomik büyümeye ne kadar etkisi olacağı bilinmesi gerekmektedir. En önemli tür ise reel harcamalardır.
Devletin yaptığı mal ve hizmet alımlarına dayalı olan reel harcamalar, ekonomide doğrudan bir talep yaratır. Devletin tüketim harcamaları olan cari harcamaların artırılması ise kısa vadede canlılık yaratırken, yatırım harcamalarının artırılması uzun vadede ekonomiyi canlandırmaktadır.
Durgunlukla Mücadelede Kamu Gelirleri
Durgunlukla mücadelede vergilerin azaltılması gerekir. Çünkü vergi, kişilerin gelirini azaltan bir araçtır. Vergilerin azaltılması ile kişilerin harcanabilir geliri artacak ve daha fazla mal ve hizmet talep edebilecektir. Bu şekilde ekonomik durgunluk yavaşlamaya başlayacaktır.
Vergilerin azalmasına ek olarak vergi muafiyet ve istisnaları da genişletici etkiye sahiptir. Çünkü devlet tarafından alınması gereken verginin kısmen veya tamamen alınmaması ile kişilerin harcanabilir geliri artacaktır.
En etkili vergi türü ise gelir vergisidir. Bunun nedeni, kişilerin gelirleri arttığı zaman talepleri artar. Bu yüzden marjinal tüketim eğilimi yüksek olan düşür gelir gruplarının lehine sonuç verecek bir vergi düşürülmesi, muafiyeti gibi adımlar atılabilir.
Durgunlukla Mücadelede Kamu Bütçesi
Durgunlukla mücadelede kamu bütçesinin açık vermesi gerekmektedir. Yani kamu harcamaları artarken kamu gelirlerinin azaltılması ile bütçenin açık vermesi sağlanmaktadır.
Durgunlukla Mücadelede Kamu Borçlanması
Borçlanma kişiler ve şirketlerden yapıldığı zaman ekonomide daraltıcı bir etki yaratır. Bu yüzden durgunluk dönemlerinde tercih edilmemektedir. Ticari bankalardan borçlanmanın durgunluğu giderme konusunda olumlu bir etkisi olabileceği için bankaların kredi kullandırmak üzere ayırdığı fonlardan değil, ellerindeki atıl fonlardan borçlanması gerekmektedir.
Merkez Bankası kaynaklarından borçlanma, ekonomiyi fazlasıyla canlandıracaktır. Açık finansman denilen bu borçlanma türü, para arzının artması demektir. Bu durum ise ekonominin canlanmasını sağlayacaktır. Buna karşın bu tür, ileride enflasyonist eğilimi ortaya çıkaracaktır.
İç borç oyuncuları dışında yurt dışından yapılan dış borçlanmanın da ekonomiyi canlandırma etkisi bulunmaktadır. Bu şekilde milli gelir artırılacaktır; ama dış borçlar ilk alındığı zaman bu etkiyi yapacaktır. Borçların ödenme aşaması geldiğinde milli geliri azaltıcı etkileri vardır.
Stagflasyonla Mücadelede Maliye Politikası
Durgunluk için enflasyon olarak tanımlanan stagflasyon; işsizlik, yüksek enflasyon, eksik rekabet koşulları, güçlü sendika pazarlıkları gibi bileşenlerin bir araya getirdiği bir kriz halidir. Özellikle tekelci piyasaların varlığı durumunda tekelci firmanın tek başına fiyat belirlemesi, ekonomide işsizlik olsa bile fiyatların artmasına neden olacaktır.
Mücadele edilmesi en zor olan kriz hallerinden birisidir. Bu nedenle maliye politikası da dara düşmüştür. Çünkü hem işsizlik hem de enflasyon olan bir ekonomi söz konusudur. Genişletici politikalar, işsizlik sorununu çözse bile enflasyonun yükselmesine neden olacaktır. Daraltıcı politikalar ise enflasyon sorununu çözerken işsizliği artıracaktır. Bu nedenle net bir maliye politikasından bahsedilememektedir.
Kamu harcamalarının azaltılması ile daraltıcı etkiler sağlanarak enflasyon sorunu çözebilir. Durgunluk sorunu için mevcut kamu harcamalarının ekonomideki atıl üretim kapasitesini harekete geçirerek verimli alanlara kayması gerekir. Stagflasyon karşısında kamu harcamalarının miktarı yerine verimliliği önem kazanmaktadır.
Vergi politikaları ise ücret artışlarını dizginlemeye yönelik olmalıdır. Yani ücret artışı uygulayan şirketleri cezalandıran ve tersini uygulayanları ödüllendiren vergi politikaları ile ücret maliyetine bağlı olarak fiyatların artması engellenecektir. Dolayısıyla enflasyon sorununa çözüm yaratılacaktır. Para politikası ile koordineli işleyen kamu borçlanma politikasında da uzun vadeli uygulamaya odaklanmak gerekmektedir.
Stagflasyon ile mücadelede bir diğer politika ise gelirler politikasıdır. Enflasyonu kontrol etmek ve gelir dağılımında adaleti sağlamak için devletin ücret ile fiyatları dondurmak yoluyla piyasaya müdahale etmesine gelirler politikası denir. Yani ücret ve fiyatların oluşum sürecine doğrudan müdahale etmesidir.
Gelirler politikası ile genişletici maliye politikası birlikte uygulandığı zaman etkili bir çözüm ortaya çıkmaktadır. Genişletici politikanın durgunluğu çözmesine ek olarak ücret ve fiyatların dondurulması ile enflasyon baskılanmaktadır. Bu şekilde gelir politikasından beklenen enflasyonist baskıları kırmasıdır.
Anlaşılacağı üzere stagflasyon ile mücadele maliye politikası tek başına yetersiz kalmaktadır. Bu yüzden gelirler ve para politikaları ile desteklenen bir karma uygulanmalıdır. Genişletici bir maliye politikası, daraltıcı bir para politikası ile desteklenir. Bu şekilde genişletici maliye politikası ile durgunluk çözülürken, daraltıcı bir para politikası ile enflasyon sorunu çözüme kavuşturulur.